
Oyun, insanlar için doğumdan sonra başlayan ve hayatın büyük bir bölümünde, hatta yetişkinlikte bile devam eden bir etkinlik olarak karşımıza çıkar.
Çocuğun hayata hazırlanmasına yardımcı olması yönünden, çocuğun laboratuarı olarak da kabul edilebiliriz.
Biz yetişkinler de bilinçsizce çocukluktaki oyunların bazılarını çalışma ve ev hayatına getirebiliyoruz. Çocukluğumuzda oynadığımız saklambaç, köşe kapmaca oyununu hatırlayalım… Bazen sizden bir şey istenmesin diye evde karşındakinin sizi görmesini istemezsiniz ya da iş ortamında birilerinden daha fazla çalışarak istediğiniz statüye gelirsiniz…
Oyun, sonucu düşünülmeden yalnızca eğlenmek için yapılan bir faaliyet olmaktan çok, ciddi bir faaliyettir. Çocuğun kendini ifade etmesine yardımcı olur. Çocuğa hiç kimsenin öğretemeyeceği konuları oyun içinde kendi deneyimleri ile öğrenmesini sağlar.
Oyun, çocuğun yaratıcılığını harekete geçirir.
Oyun, hayal ile gerçek arasında bir köprüdür. Çocukta bu köprünün üzerindedir. Zamanla oyunlarla deneyimledikçe yaşamla ilgili farkındalık kazanır. Küçük çocuklarda, mutfakta gördüğü oklavayı at olduğunu hayal ederek oyun oynamaya başlar. Annesinin oklavayı istemesiyle bir müddet sonra onun at değil oklava olduğunu anlayarak gerçeğe dönmesini sağlar.
Oyun çocuğun dili, oyuncaklar ise kelimeleridir. Oyun oynarken, onu nelerin etkilediğini, yaşadıklarını nasıl algıladığını ve bunlardan nasıl etkilendiğini anlayabiliriz.
Sonuç olarak, çocuklar sadece zevk aldıkları için oyun oynasalar da, oyunun onların ruh sağlığı başta olmak üzere çocuğun bedensel, sosyal, dil ve zihinsel gelişimini olumlu yönde katkıları bulunmaktadır. Bir çocuğun çok oyun oynaması ya da az oynaması dikkate alınması gereken bir durumu göstermektedir.