Skip to main content
Category

Genel

OKUL FOBİSİ

By Genel No Comments

Okul fobisi, çocukların okula dair yüksek derecede kaygı ve endişelerinin olması, okul ortamında kendilerini huzursuz ve mutsuz hissetmesi, tüm bu olumsuz duygulardan ötürü evde olmak, okula gitmek istememe olarak ifade edilebilir. Okul öncesi öğrenimin başladığı 4-5 yaş ya da ilkokulu geride bırakan 12 yaş civarı görülebilmektedir.

Okul fobisini ele alırken yaş ayrımında da görüleceği üzere iki faktörden kaynaklandığını belirtmek mümkün olacaktır. İlkinde, çocuğun anneden ayrılma noktasında yaşadığı zorluk ve ayrılık kaygısı ön plandadır. İkinci faktörde ise anne ya da evden ayrılma noktasında herhangi bir problem sergilemeyen çocuğun okula devamı ve adaptasyonundan kaynaklanan bir okul fobisinden bahsedilebilir.

Çocukların okul fobisi yaşamalarının sebeplerinden ilki olarak anne/bakım verenden ayrılma kaygısının ön planda olduğu ifade etmiştik. Anneden pek çok sebepten ötürü ayrışamamış, ince motor becerileri beklenen oranda gelişmesine rağmen yemeği dahi annesi tarafından yedirilen ya da annesiyle güvenli bağ kuramamış çocuklarda okulla kendisini ciddi oranda gösteren bir ayrılık kaygısı görülebilmektedir.

Evdeki güvenli ortamdan ayrılmak istememek ya da annesini eve döndüğünde bulamayacağı endişesini yaşayan çocukta bu durum okul fobisinin kaynağını oluşturabilmektedir.

Çocuklar elbette okula başlayacağı dönemde güven duyduğu ve alıştığı evinden, ortamından ayrılmak istemeyebilmektedirler. Bu endişenin görülmesi ve beraberinde okula devam sağlamama konusunda gösterilen direnç oldukça doğaldır. Bu noktada adapte olması süresinin uzunluğu, çocuğun okula gitmek istemeyişi, gitse dahi çeşitli bahanelerle evine dönmek istemesi ele alınması gereken bir konudur. Okula başlayana kadar ebeveyninden hiç ayrışamamış ya da girişimleri baskıyla engellenmiş çocuk bu sosyal ortamda var olmaktan bir çekince duyacaktır. Anlaşılamama, dışlanma korkusu yaşayabilecek ve bu sebeplerden ötürü okula devam etmek istemeyecektir.

Bu durumun tam tersi olarak okul çağına gelene kadar hiçbir engellenme ve kuralla karşılaşmayan, her istediğinin yapılmasına alışan çocuk; sınıfın kuralları ve öğretmenin otoritesi karşısında adapte olmakta güçlük yaşayacaktır. Ya da kurallar ve sınırlar noktasında bir problem yaşamayan çocuğun, öğretmeni ya da arkadaşlarıyla iyi bir ilişki geliştirememesi okul fobisine neden olabilecek önemli faktörlerden biridir.

Çocuğun akranlarından gördüğü şiddet, zorbalık da okul fobisinin oluşmasına zemin hazırlayabilecek bir problemdir.

Peki ne yapılabilir?

Ebeveynin çocuğu etkin bir şekilde dinleyip beraber bir eylem planı oluşturmaları en işlevsel çözümdür. Çocuğa ev içi ve dışında özerkliğini sağlayabilecek fırsatlar sunmak ve bu noktada desteklemek yararlı olacaktır. Ebeveyninden ayrılmama konusunda yüksek bir direnci varsa aşamalı olarak okulda beraber zaman geçirilebilir. Belli bir süre sınıfın kapısında, okulun bahçesinde, okulun dışında bekleyerek, öğle aralarında ziyaretler gerçekleştirerek güvende olduğu hissi kazandırılmaya çalışılabilir. Okulda zorbalığa uğradığı için bu problem gözlemleniyorsa rehberlik servisi ve sınıf öğretmeniyle iş birliği içinde hareket edilmelidir. Tüm bu tutum ve önlemlere rağmen olumlu yönde bir değişim olmazsa uzman bir psikolog eşliğinde süreci sürdürmek oldukça yararlı olacaktır.

ÇOCUKLARDA ANKSİYETE (KAYGI) VE KORKULAR

By Genel No Comments

Çocuklarda kaygı ve korkulardan bahsederken öncelikle ikisi arasındaki ayrım yapılarak başlanılabilir. Korku dediğimiz zihnimizin tehdit olarak algıladığı, kaynağını bildiğimiz ve o kaynak ortaya çıktığı anda verilen bir tepkidir. Örümcekten korkan birinin odada örümcek görmesiyle yaşadığı heyecansal tepki, korkuya örnek olarak verilebilir. Burada kişinin korkusunun kaynağı örümcektir ve o ortaya çıktığı anda bir korku yaşamaktadır. Kaygı ise kaynağını bilemediğimiz ve zihnimizin belirli bir tehdit edici faktör olmadan yaşadığı tedirginlik halidir. Korkuda kaynak ortadan kaldırıldığında yaşanan korku ortadan kalkabiliyorken; kaygıda kaynak belirli olmadığı için tedirginlik halinde bir devamlılık söz konusudur.

Çocuğun yaşadığı kaygının en temelde işlevsel bir görevi bulunmaktadır. Bu tepkiler çocukları tehlikelere karşı koruyacak, onlara karşı tedbirli olmalarını sağlayacak bir alarm işlevi görmektedirler. Bu noktada kaygının düzeyi ön plana çıkmaktadır. Kaygının hiç olmaması da çok yoğun bir düzeyde olması da çocuğun işlevselliğini bozacak etmenlerdendir.

Örnek olarak eğitim hayatı için önemli bir sınava girecek olan öğrencinin bu süreçte ya da sınav anında hiç endişe duymayıp sınava hazırlanmaması, sınav esnasında süreye ve sorulara yeterince önem vermemesi başarısızlıkla sonuçlanacaktır. Bununla beraber sınav sürecinde yetersizlik ve yetiştirememe noktasında yüksek kaygı yaşayıp sınav anında süreyi ve heyecanını bu sebepten iyi yönetemeyen öğrenci de benzer durumu yaşayacaktır. Kişinin geleceğine ve onu etkileyeceğini bildiği bir sınava dair işlevsel düzeyde kaygı duyması sağlıklı olandır.

Çocuklarda kaygı pek çok yaş grubunda ve gelişim düzeyindeki çocukta kendisini gösterebilir. Yaşamın ilk yıllarında bakım verenden ayrılma, aniden memeden kesme durumlarında kendisini görülebilirken; dört-altı yaşlarında yeni bir kardeşin aileye dahil olması, karanlık, yüksek düzeydeki sesler kaygıda etkili olabilmektedir. Yedi yaş civarında ise okula başlama, akran zorbalığı, akademik başarısızlık; ergenlik dönemi itibariyle değişen beden algısı ve beğenilmeme düşüncesi, bu düşünceyi besleyecek tarzda aile ya da arkadaşlardan gelen olumsuz yönde eleştiriler, duygusal, fiziksel ve psikolojik açılardan uygulanan baskı, ebeveynlerin çocuklarıyla alakalı verdikleri kararlarda ortak bir tutum sergileyemiyor oluşları, bu tutarsızlık durumu, yaşanılan ortamda mevcut ekonomik yapı, geleceğe dair umutsuzluk, çocuk ve ergenlerde görülebilecek kaygının sebeplerinden olabilmektedir.

Bu bağlamda kaygı bozukluğu bulunan çocuk ve ergenler, dikkatini toplamakta güçlük yaşama, huzursuzluk ve endişeli bir ruh hali, delirme korkusu, kontrolü kaybetme ya da ölüm korkusu şikayetlerinde bulunabilmektedirler. Fiziksel olarak uyku bozukluğu problemi, baş ya da mide ağrısı, vücudun belirli bölümlerinde karıncalanma hissi, kusma, terleme gibi belirtileri de olabilir.

Yukarıda ifade edilen belirtiler mevcutsa ve altı ay kadar bir süre geçmesine rağmen azalış olmaksızın devam eden bir kaygı durumu varsa bir psikoloğa başvurulması gerekmektedir.

KARDEŞ KISKANÇLIĞI

By Genel No Comments

Kardeş kıskançlığının, büyük çocukta görülmesi halinde bu durumun; ailenin ilgi odağı olan ilk çocukta, kardeşinin doğmasıyla kendisini gösteren, alakanın yeni doğan çocuğa yönelmesiyle başlayan bir rahatsızlık olduğu belirtilebilir. Bu problem yeni bir kardeşi dünyaya gelen hemen hemen her çocukta görülebilecek oldukça beklenen bir gelişmedir.

Ailenin ilgisini ve sevgisini kaybetme endişesi, yerini kardeşinin alacağına dair düşünceler kardeş kıskançlığı sonuçlarını doğurmaktadır. Ne var ki bu durumun dışa vurumu çocuktan çocuğa farklılık göstermektedir.

Kimi çocuk daha yıkıcı tepkilerle rahatsızlığını açığa çıkarırken kimi çocuk kardeşine karşı aşırı sevgi gösterilerinde bulunabilir. Kimi çocuk ise suskunlaşıp içine kapanabilir. Bu tür verilen farklı tepkilerde çocuğun mizacıyla beraber anne ve baba tutumları etkili olabilmektedir.

Çocuk her ne kadar kardeşine yönelik bir kıskançlık ve beraberinde rahatsızlık duyuyor gibi gözükse de temelinde sergilediği tutum ve davranışlar ebeveynlerine yöneliktir. Öfke, kızgınlık gibi duyguları anne ve babasına karşı besleyen çocuk tüm bunların sorumlusu olarak aileye yeni katılan bireyi gördüğünden tepkileri çoğunlukla kardeşe yönelir.

Kardeşin aileye dahil olmasıyla isteklerinin ikinci plana atıldığını, ebeveynlerinin kendisiyle geçirdiği sürenin azaldığını, kendisine gösterilen ilgi ve sevginin kardeşte yoğunlaştığına şahit olan çocuk bu duruma bağlı olarak kıskançlık duyacak ve agresif tavırlar sergileyebilecektir. Ya da yukarıda ifade ettiğimiz gibi daha da içine kapanabilecek, başta aile ortamı olmak üzere kendisini çeşitli ortamlarda soyutlayacaktır.

Bunlarla beraber doğan kardeşin cinsiyeti farklıysa çocuk, anne babasındaki tutum değişikliğini buna da bağlayabilecektir. Kendisinin erkek / kız olmadığı için yerini kardeşinin aldığını düşünebilir, onu daha çok seveceklerine dair bir inanış geliştirebilir. Bu noktada çocuğun kazanmış olduğu birtakım becerilerde gerileme olacağını belirtmek mümkündür. Örnek olarak, tuvalet eğitimi kazanılmış çocuk kardeşinin altının bezlendiğini, annesinin bu sebepten daha çok ilgilendiğini gözlemlerse bu beceride bir gerileme görülebilir.

Peki ne yapılabilir?

Çocukla daha kardeşi dünyaya gelmeden ev içerisinde değişebilecek durumlar üzerine anlayabileceği tarzda bir konuşma yapılabilir. Hatta bir bebeğin ihtiyaç duyduğu bakımla alakalı bilgilendirme yine kısa ve net şekilde anlatılıp bu noktalarda hangi ebeveynin görev alacağı, tüm bunlar olurken kendisiyle hangi ebeveynin ya da aile büyüğünün ilgilenebileceği aktarılabilir. Endişesini ve beklentilerini iyi okumaya çalışıp ev içerisinde küçük sorumluluklar verilebilir. Ailece ortak vakit geçirmeye daha çok özen gösterilebilir. Tüm bu tutum ve önlemlere rağmen olumlu yönde bir değişim olmazsa uzman bir psikolog eşliğinde süreci sürdürmek oldukça yararlı olacaktır.

DİKKAT EKSİKLİĞİ VE HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU (DEHB)

By Genel No Comments

Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu, nörogelişimsel bir bozukluk, hastalık olarak tanımlanmaktadır. Bu bağlamda öncelikle anne baba tutumları neticesinde bir çocuğun DEHB olduğu kanaatinin doğru olmadığı ifade edilebilir. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu bulunan çocuklarda (bazen yetişkinlerde de görülebilen bir rahatsızlıktır.) eylemlerinin kontrolü, çocuğun yaşı ile çoğunlukla paralel bir biçimde gerçekleşmemektedir. Örnek olarak art arda çokça konuşma, konuşan kişinin sözünü farkında olmadan sıklıkla kesme yaş geçmesine rağmen görülebilen, kontrol etmekte zorlanılan belirtilerinden biridir.

İlk tanı bir problem olduğunun belirgin derecede gözlemlenebildiği 6 – 12 yaş aralığında konulabilmektedir. İlkokula başlama sürecine denk gelen bu yaş aralığında fark edilmede geç kalındığı takdirde, büyük çoğunlukla okul ortamında problemler yaşanmaktadır.

DEHB yaşayan çocuk okul yaşantısında rahatsızlığın verdiği birtakım etkenlerden ötürü problemler yaşayabilmekte, okul başarısında akranlarının gerisinde bir tablo oluşturabilmektedir. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu yaşayan çocuklar sınıf ortamında sanki öğretmenlerini ve arkadaşlarını dinlemiyor, kurallara uymuyor gibi görülebilir. Ancak unutulmaması gereken önemli bir nokta olarak, DEHB özellikleri sergileyen bir çocuk mahsus yaramaz değildir, yaşadığı problem nörogelişimsel dolayısıyla yapısal anlamda bir bozukluktur. Bunlarla beraber kurallara uyma ve sınırlar konusunda işbirliğine yakın bir tutum sergilemiyor, özellikle ihlal ediyor gibi bir izlenim verebilirler.

Kalıtımsal ya da hormonal birtakım faktörler ile ilgili olabilen DEHB, 12 yaş öncesi süreçte bulunan çocuklar için ancak özellikle de okul öncesi dönemdeki çocuklar için, ilaç yerine çocuğun gelişim düzeyine uygun çeşitli terapi yöntemleri önerilmektedir. Erken dönemdeki teşhisiyle daha başarılı bir terapi süreci izlenilebilmekte, davranışlar daha hakim olunabilen, kontrol edilebilen bir sisteme kaydırılabilmektedir. Teşhis esnasında yetişkin ve çocuklara yönelik farklı test değerlendirmeleri kullanılmaktadır. Yukarıda ifade ettiğimiz problemler yaşandığı takdirde geç kalınmadan bir uzmana başvurulup, uzmanla süreci yönetmek yararlı olacaktır.

ÇOCUKTA DEPRESYON

By Genel No Comments

Çocukta depresyonu tanımlarken bedensel birçok aktivitede (hareket kabiliyeti, konuşma becerisi, düşünme…) yavaşlık, yoğun bir değersizlik hissi ve üzüntülü duygu durumundan bahsetmek mümkündür.

Çocukluk çağında geçirilen depresyon ile yetişkinlikte yaşanan depresyon arasında birtakım farklar bulunmaktadır. Depresyonun belirtileri çocuklarda davranışsal olarak daha çok dışa vurmaktadır. Dolayısıyla davranışsal anlamda birtakım gerilemeler, yaşanan davranış problemleri anne babalar tarafından iyi okunmalı ve harekete geçilmelidir. Bu dönemde yaşanan depresyonun kendisini tekrar etme özelliği bulunmaktadır.

Çoğunlukla kendisini isteksizlik olarak gösteren çocukluk çağı depresyonunda devam eden bir huzursuzluk, uyku problemleri, iştahsızlık, mide ve sindirim sorunları, çocuğun daha öncesinde yapmaktan mutluluk duyduğu şeylerden artık zevk almaması, bedensel birtakım ağrılarının, şikayetlerinin çok yoğun ya da az olması belirtiler arasında sıralanabilir.

Çocukta görülen depresyonun sebebi olabilecekler arasında ebeveynlerin boşanması, sevilen bir yakının kaybı, çevresinde alkol ya da madde bağımlılığının olması, özgüven eksikliği, olumsuz beden algısı, akran zorbalığı, bedensel birtakım hastalık ya da engele sahip olunması sayılabilir.

Çocukluk çağı depresyonuna eşlik eden birtakım bozukluklar da bulunabilir ve çocukta depresyon her zaman tek başına görülmeyebilir. Örnek olarak özel öğrenme güçlüğü ya da dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu verilebilir.

Depresyondaki çocuk okula devam konusunda ya da devam etse bile ders başarısı noktasında ciddi sıkıntılar yaşayabilmektedirler. Arkadaş ilişkileri olumlu olmayıp olsa dahi bu süreçte bozulabilir. İçerisinde bulunduğu derin üzüntü ve değersizlik hissiyle baş edebilme düşüncesiyle sigara, alkol ya da madde kullanımına yönelebilmektedirler. Arkadaşlık ilişkilerinde reddedilme kaygısı, kendisine dair değersizlik hissi, sosyal ortamlardan bilinçli olarak soyutlanma eğilimi görülebilmektedir. Yine aile içerisinde değersiz olduğuna dair düşünceleri ve ebeveynlerini bu yönde suçlayan ifadeleri, evden kaçma tehditleri ve girişimleri, intihar etme düşünceleri bulunabilmektedir. Anne ve babalar çocuk ve ergendeki değişimi ve ruh halini iyi okuyamazlarsa bu değişimlerden ötürü ciddi kavgalar ve aile içi şiddet vakaları yaşanabilmektedir.

Yukarıda ifade edilen belirtiler çocuğunuzda altı ay geçmesine rağmen azalış göstermeksizin devam ediyorsa mutlaka vakit kaybetmeden bir psikoloğa başvurulması gerekmektedir.

AKRAN İLİŞKİLERİNDE SORUNLAR

By Genel No Comments

Arkadaşlık, bireyler arası paylaşımı, etkileşimi, güven bağını, olumlu ve olumsuz birçok duyguyu içinde barındıran bir ilişki olarak tanımlanabilir. Bu ilişki biçimi, bireyin ailesi dışında birçok deneyimi edinmesine, kabul görme ve aidiyet hissi gibi duyguları yaşamasına imkan tanır. Arkadaşlık kurulan kişiler zamanla değişse dahi bireyin arkadaşlık ilişkisini deneyimlemesi kişiliğini birçok açıdan etkilemektedir. Bununla beraber yaşam boyunca arkadaşlığın insana ne ifade ettiği değişiklik gösterebilmektedir.

Okul öncesi dönemde kurulan arkadaşlıklar daha çok oyunla ilişkilendirilir. Oyuna katkı sağlaması amacıyla kurulan arkadaşlıkla çocuk paylaşmayı, empatiyi, rekabeti, kazanmayı ve kaybetmeyi deneyimler. Bu dönemde arkadaşlığın ne ifade ettiği anlaşılmaya başlanır.

Okul döneminde ise yine oyun eşlik etmekle beraber çocukta aynı cinsiyette olan akranlarıyla daha çok etkileşim halinde olma isteği, beraber oyun kurma, arkadaşlık ilişkisi sayesinde kendini bulunduğu ortamda (okul, kurs..) güvende hissetme daha ön plandadır.

Ergenlik dönemine gelindiğinde aile ortamı dışında bireyselleşme, bağımsızlaşma girişimleri arkadaşlık ilişkileriyle yer etmeye başlar. Özellikle bu gelişim dönemindeki bireyde, kimlik arayışı içerisindeyken bir gruba ait olma isteği görülür. Bu statü kazanmak, karşı cins tarafından beğenilmek, değerli hissetmek gibi istekleri beraberinde taşır.

Ancak yukarıda ifade edilen süreçler her zaman istenilen şekilde ilerlemeyebilir. Ailenin dışında ancak arkadaşlık ilişkisiyle belirli kazanımların edinilebileceğini ifade etmiştik. Bu kazanımları sekteye uğratabilecek, akran ilişkisinde sorunların yaşanması ciddi problemleri beraberinde getirebilmektedir. Akranları tarafından oyuna kabul edilmeyen, çeşitli özellikleri sebebiyle dalga geçilen, zorbalığa maruz kalan çocukta değersizlik hissi, içe kapanma veya öfke nöbetleri görülebilmektedir. Okula devam etmeme isteği, sosyal ortamlarda bulunmaktan çekinme, akademik anlamda başarısızlık, güven problemi, yeme bozuklukları bu duruma bağlı olarak kendisini gösterebilen rahatsızlıklardan birkaçıdır.

Peki bu durumda ne yapmalı?

Çocuk bu noktada iyi bir şekilde dinlenmeli ve ona göre devam edilmelidir. Arkadaşları tarafından kabul görmeme durumu her zaman zorbalıktan ötürü kaynaklanmayabilir. Çocuğun ya da ergenin arkadaşlık kurma ya da devam ettirme noktasında kendisine problem oluşturan tutum ya da davranışları tespit edilmeye ve onarılmaya çalışılabilir. Arkadaşlıkla alakalı örnek olaylar anlatılıp duygularını, düşüncelerini bu yönde ifade etmesi, neler yapılabileceğine dair çözüm önerilerini başka bir hikaye üzerinden yine kendisinin bulması sağlanabilir. Bu süreçte tüm ilgisini bu problem üzerinde yoğunlaştırmaktan da çekinilmelidir. Okulda maruz kaldığı zorbalık varsa mutlaka rehberlik birimiyle beraber hareket etmek gerekmektedir. Tüm bu tutum ve önlemlere rağmen olumlu yönde bir değişim olmazsa uzman bir psikolog eşliğinde süreci sürdürmek oldukça yararlı olacaktır.

BOŞANMIŞ AİLELERDE ÇOCUK PSİKOLOJİSİ

By Genel No Comments

Boşanma aşamasında sürecin nasıl yönetildiği çocuğun psikolojisinde belirleyici bir faktördür. Anne babasıyla beraber bir yaşam sürmeye alışan çocuk bir gün bu düzenin bozulacağını aklına getirmeyerek/getirmek istemeyerek hayatına devam etmektedir. Boşanmaya zemin hazırlayan tartışmalara şahit olmadığı sürece çocuk için oldukça şaşırtıcı ve adapte olması güç bir durumdur. Anne babasıyla yaşadığı ev çocuk için en güvenli yerdir. Çocuk için boşanma, bu güvenli yeri tehdit eden ve beraberinde belirsizlikleri getiren bir süreç olarak görünür.

Boşanma süreci özellikle çocuk açısından sağlıklı şekilde yürütülemediği takdirde birtakım duygu ve davranış problemlerine sebep olabilmektedir. Kendisini güvende hissettiği ve asla bozulmayacağına inandığı yapının boşanmayla biteceği düşüncesi üzüntü verici ya da öfkelendiricidir. Çocuğun bu noktada boşanmaya götüren tüm sebeplere ayrıntılarıyla hakim olması da her şey normalmiş gibi yaşamına devam ederken bir anda ebeveynlerinin boşanmasını öğrenmesi de doğru değildir.

Bu noktada çocuk farklı algılara sahip olup yanlış inanışlar geliştirebilmektedir. Örnek olarak boşanmanın sebebi olarak kendisini görebilir. Evden giden ebeveyni suçlama eğiliminde bulunabilir. Bundan sonra sürecin nasıl olacağına dair yeterince bilgilendirilmezse kaygı, güvensizlik ve değersizlik hisleri gelişebilir. Anne ya da babasını artık hangi zaman dilimlerinde görebileceği, varsa kardeşinden ayrılıp ayrılmayacağı, okulunun değişip değişmeyeceği, öğretmenlerinden ve arkadaşlarından ayrılma endişesi, akrabalarından kimselerle artık ilişkisinin devam edip etmeyeceği çocuğun zihnini meşgul edip endişe oluşturabilecek sebeplerdir.

Boşanma sürecinde yukarıda ifade edilen ve çocukta endişe oluşturabilecek sebepler mutlaka netlik kazanmalıdır. Çocuğun boşandıktan sonra hangi ebeveyninde kalacağı ve diğer ebeveynini hangi sıklıkta görebileceği belirtilmelidir. Bununla beraber kardeşlerin farklı ebeveynlerde olması süreci biraz daha zorlaştırabilmektedir. Zira çocuk aynı zamanda kardeşinin yokluğundan ötürü de bir yas sürecine girebilmektedir. Boşanma süreci ya da sonrasında çocukta regresyon (birtakım becerilerinde geriye dönme) gözlemlenebilir. Çoğunlukla sebebi kendisini en güvenli hissettiği ilk yıllarına dönme, anne babasının yine aynı ilgi ve sevgiyle kendisini kucaklamak istemesidir. Bu durumlar iyi okunup gözlemlenmeli ve çocuğun mümkün olduğunca rutini bozulmadan süreç ilerletilmeye çalışılmalıdır. Çocuğun tutum ve davranışlarında belirli bir zaman geçmiş olmasına rağmen problemler görülüyor ise uzman bir psikolog eşliğinde süreci sürdürmek oldukça yararlı olacaktır.

ÇOCUKLARDA TRAVMA ve YAS SÜRECİ

By Genel No Comments

Travma, insan yaşamında beklenmeyen, aniden gerçekleşen çoğunlukla bir tehdit olarak algılanan ve insanın baş etme becerilerini zorlayan gelişmeler olarak ifade edilebilir. Travmaların bir bölümü insan faktörü ile gerçekleşebilmekteyken (taciz, kaza…) bir bölümü ise doğal afetler sonucu (sel, deprem…) gerçekleşebilmektedir.

Çocuklarda travmalar ve oluşturdukları etkiler yaş grubu ve çocukların gelişim düzeylerine göre farklılık gösterebilmektedir. Özellikle yaşamın ilk yıllarını kapsayan süreçte temel güven duygusu ve bakım gereksinimlerinin karşılanmaması ile travmatik deneyimler kendisini gösterebilirken sonraki süreçte yaklaşık  6 yaşına kadar olan yaş diliminde ise çocukta utanç, özgüven eksikliği belirtileriyle travmatik deneyimler işaretlerini verebilmektedir.

Okul başarısı, akran ilişkileri ve diğer sosyal ortamlarda çocukların varlıklarını sürdürebilme durumları travmanın etkisiyle şekillenebilmektedir. Özellikle küçük yaşlarda çocuklarda benliğin nasıl oluştuğu, benliğin hangi kaynaklardan beslendiği ve çocukların bakım verenle nasıl bir ilişki geliştirdikleri büyük bir önemdedir. (Benlik, kişiliğin alt yapısını oluşturan etmenlerden biridir. Çocuklar çok erken yaşlarda çevrenin ve etrafındaki insanların ona yönelik tutumlarından hareketle kendisine dair bir resim oluşturmaktadırlar. Bu resme benlik adı verilir. Benlik, kişiliği etkileyen en önemli faktörlerden biridir.)

Çocuklar benlik gelişimleri esnasında (çocukta benlik gelişimi özellikle 3 yaş dolaylarında başlayıp ergenliğe kadar uzanabilen bir zaman dilimidir.) olan çoğu olayı, gelişmeyi kendileriyle ilişkilendirme eğilimindedirler. Örnek olarak olumlu gelişmeleri kendilerine atfetme eğilimleri bulunduğu gibi olumsuz durumlardan da kendilerini suçlama eğilimleri oldukça yüksektir. Bu sebepledir ki herhangi bir doğal afeti, ölümü, kaybı çocuğa iletirken oldukça dikkatli olmak son derece önemlidir.

Kendisiyle alakası olmayan bir yakının ölümünden dahi bizzat suçlu olduğu kanısına sahip olabilir. (“ben yaramazlık yaptığım için gitti, onu üzdüğüm için öldü” vb.) Küçük kardeşin ölümü, gerçekleşen herhangi bir doğal afette çocuğa gereken açıklama yapılmazsa anne babaya karşı güven hissinde bir problem oluşabilmektedir. (“kardeşimin ölmesine nasıl izin verebilirler? Ya beni de korumazlarsa?” vb.) Bu yanlış algı ve çarpıtılmış düşünce müdahale edilmediği takdirde sonraki yaşantısında birtakım davranışlarının temelini oluşturabilmektedir.

Her çocuk travmatik bir etki oluşturabilecek bir yaşantı sonucunda aynı şekilde etkilenmeyebilir. Kimisi bu süreci daha kolay ve olağan bir şekilde atlatabilirken kimi çocuk ise içe kapanma, kazanılmış birtakım becerilerde gerileme, tırnak yeme, yoğun kaygı, alt kaçırma gibi gerileme olarak nitelendirilebilecek birtakım belirtiler gösterebilirler. Bu noktada sürecin nasıl yönetileceği, çocukla nasıl bir ilişki ve iletişim geliştirilmesi gerektiğiyle alakalı uzman bir psikolog desteği kesinlikle önerilmektedir.

Yaşlara göre ebeveynlere düşen sorumluluklar nelerdir?

By Genel

Bir çocuğun yaşamında en önemli dönemlerin başında 0-7 yaş arası gelir. Bu nedenle bu yaşlar arasında tüm çocukların gelişimlerinin aralıklarla takip edilmesi gerekir.  Çünkü çocuğun karşılaşabileceği sorunlar hem fiziksel hem de psikolojik olarak bütün yaşamını etkileyen izler bırakabilir.

Yapılan çalışmalarda, gelişimsel sorunu bulunan çocukların (zihinsel engel sahibi, konuşma, dil, öğrenme ve/veya davranış bozuklukları)  ancak %30’unun okula başlamadan önce tespit edilebildiği ifade edilmektedir.

Demek ki çocukların çoğunun gelişimsel sorunları erken dönemde farkedilmemekte dolayısıyla tedavi olanakları da yaratılamamaktadır.

Gelişimsel değerlendirme, doğumdan altı yaşına kadar olan dönemde yapılır; gelişimin tamamlanması da bu yaşlar içerisindedir. Yedi yaşında çocuklar artık gelişimlerinin büyük bölümünü tamamlamış olurlar. Örneğin dil gelişimleri neredeyse yetişkinlik dönemi düzeyine ulaşmıştır; uzun ve karmaşık cümlelerle konuşabilirler.

Çocuğun gelişiminde ortaya çıkabilecek gecikmeler, erken eğitsel ve davranışsal destekle azaltılabilir ya da önlenebilir. Gelişim geriliği bazen herhangi bir hastalık (tanı konmuş) nedeniyle oluşabilir; bazen de hiçbir neden bulunmadan çocuklarda  gelişim geriliği gözlenebilir.

Gelişim geriliğini büyüme geriliği ile karıştırmamak gerekir. Büyüme geriliği tıpta, boy ve kilo artışının yaşa uygun olmamasıyla tanımlanır. Oysa gelişim geriliği davranış ve becerilerde gözlenen sorunları tanımlar. Dolayısıyla gelişme geriliğinden şüphelenildiğinde boy ve kilo değerleri kontrol edilmez.

Gelişme geriliğini belirlemek için ilk 6 yaş içinde; özellikle de 3 yaş öncesinde çocukların; hareket gelişimi, konuşma gelişimi, zihinsel gelişimi ve sosyal-duygusal gelişimlerinin yaşıyla uyumlu davranış gösterip çocuğun daha ayrıntılı tıbbi incelenmeye alınmasını gerektirir. Böylece çocuktaki organik ya da psikolojik bir problem erken dönemde tanımlanır ve tedavi edilir.

Çocukluk dönemi yaş gruplarına göre farklı özellikler gösterir ve her yaş grubunun normal gelişimi ya da sorunları farklıdır. Bir yaşta olağan kabul ettiğimiz bir durum/davranış başka bir yaş için doğal olmayabilir. Bu nedenle özellikle anne babaların çocuklarının normal gelişim özelliklerini en az doktorlar kadar iyi bilmeleri gereklidir ki çocuk için zaman kaybedilmeden tedavi olanağı yaratılabilsin.

Ebeveynlerin çocuklarının hangi yaşta ne yapıp yapamayacağını ve hangi davranışların doğal olmadığını bilmeleri önemlidir.

0 – 6 Ay Bebeklik Dönemi: Öncelikle büyüme ve anne-bebek ilişkisinin sağlıklı kurulması açısından önem taşıyan bir dönemdir. Emme, seslere tepki verme, kol ve bacaklarını rahat hareket ettirme, düzenli uyku konusunda dikkatli izlenmelidir. Tensel dokunuşlarla oluşturulan sevgi bağı bebeğin daha sonraki duygusal gelişimi açısından çok önemlidir. Ek olarak düzenli doktor kontrolü ile aşıları ve büyüme takibi yapılmalıdır.

6  – 12 Ay  Bebeklik Dönemi: Bebeğin beden sağlığı açısından daha rahat bir döneme girilmiş olmakla birlikte düzenli takip edilmeli, zihinsel gelişimi ile büyümesinin yaşına uygun olup olmadığı kontrol edilmelidir. Göz kontağı ile iletişim, çevreye ilgi, sesler çıkarma, uzanma ve oturma becerileri beklenir artık bebekten. Gelişimsel bir sorunun varlığının dikkatli bir göz tarafından farkedilebileceği yaş aralığıdır.

1 – 3 Yaş Erken Çocukluk Dönemi: Daha bağımsız olmaya başlayan çocuğun, çevresel koşulların olumsuzluğundan etkilenmeye başladığı yaşlardır. Hem ev ortamının çok dikkatli düzenlenmesi gerekir hem de çocuk yeni yürümeye başladığı için tehlikelere açıktır ve gözlenmesi gerekir. Tuvalet, beslenme ve uyku  konularında aile zorlanabilir. Bu dönemde davranışsal sorunlarla ciddi anlamda karşılaşılmamakla birlikte anne baba tutumunun yanlışlığı çocuğun huzursuz olmasına neden olabilir.

3 – 6 Yaş Okulöncesi Dönemi: Ciddi bir sağlık sorunu yoksa bu yaş çocuğu için en önemli durum aile çevresi ve zihinsel performansıdır. Bu yaşlarda sosyalleşmeye başlayan çocuğun, davranışsal ve zihinsel sorunları varsa daha net tanımlanmaya başlar. Öğrenme hızı, davranış, dikkat, oyun ve iletişim gibi alanlarda aileler ne bekleyeceklerini bilirlerse çocuklardaki sorunları erken tanılama ve önleme şansı olabilir. Düzenli doktor ve diğer sağlık uzmanlarının kontrolünde bu sorunlar da çözümlenebilirler.

6 – 12 Yaş Okul Dönemi: Okul ve duygusal sorunların yaşanabileceği bu dönemde çocuk ve aile arasında kurulabilen iyi bir ilişki her şeyin temelini oluşturur. Uzmanların bile sorunlar karşısında başarılı olabilmeleri ailenin tutumuna bağlıdır. Sosyal yaşama katılmada sıkıntı çeken, ders başarısı düşük olan, saldırgan ya da çok çekingen çocuklar geç kalınmadan farkedilirlerse önlem alınabilir. Bu yaşlarda yaşanan sorunları gözardı etmek ileride daha ciddi problemlerin yaşanmasına neden olacaktır.

13 – 18 Yaş Ergenlik Dönemi: Genellikle büyüdüğü düşünülen ergenler, aslında en önemli sorunlarını bu dönemde yaşarlar. Aile içi anlayış problemleri, arkadaş ilişkileri, doğru-yanlış kavramları ve gelecek kaygıları içindeki çocukların olumsuz etkilenmemeleri için danışmanlığa, yönlendirilmeye, dinlenilmeye ve dostluğa; ek olarak da doğru bir otoriteye ihtiyaçları vardır. Çoğunlukla aileler bu konularda başarısız olurlar ve aile ile çocuk arasında büyük sorunlar yaşanır. Çocuğun bu yaşlarda kişilik özelliklerinin oluştuğu ve oturduğu düşünülürse büyük çatışmalar yaşanmaması için çocuğa sağlıklı bir tutumla yaklaşmanın ne kadar önemli olduğu da anlaşılır. Birey olma yolundaki bu yaş grubu çocuklar yalnızca kabul edilmeye gereksinim duyarlar ve yanlarında olduklarını bildikleri ve sevildiklerini düşündükleri bir aileleri varsa bu dönemi rahat atlatabilirler.

Hayatın bütününde ortaya çıkabilecek fiziksel ve davranışsal sorunların kaynağı ya da temeli genellikle bu yaşlar arasında yaşanır. Aile de ve toplumda meydana gelen olumlu ve olumsuz bütün olaylardan her insan gibi çocuk da etkilenir. Ancak çocuklar yetişkinler gibi yeterli tecrübe birikimine, gelişmiş mantığa ve güçlenmiş bir iradeye sahip olmadıkları için karşılaştıkları olumsuz şartları, âni değişiklikleri ve zorlukları anne baba desteği olmadan kolay aşamazlar.

Aile büyüklerinden birinin ölümü, babanın işini kaybetmesi, yeni bir eve taşınılması, okulunun değiştirilmesi, yeni bir kardeşin dünyaya gelmesi gibi beklenmedik olayları ve değişiklikleri çocuklar kolay kabullenemez, uyum sağlamakta zorluk çekerler.

Anne ve babadan destek gören, sevilen, özgüven duygusu gelişmiş bir çocuk kısa sürede yeni duruma uyum sağlayabilir. Uyum sağlayıncaya kadar geçen süre içinde gösterilen davranış bozuklukları ruh sağlığına zarar vermeyen geçici uyum bozukluklarıdır. Bunlar aslında çocuğun sosyal gelişimi için faydalı tecrübelerdir.

Her donakalım şiddet davraşına yol açmaz!

By Genel

Şiddet, sosyal ve fiziksel donakalım (ketleme) sonucu ortaya çıkan öfke ve öfke sonucu ortaya çıkan davranış olarak değerlendirilmektedir.

Örneğin sevdiğiniz kız veya erkek, farklı bir dine mensup olduğu için aileniz tarafından reddediliyorsa, bu durum sosyal donakalıma (ketlemeye) bir örnek teşkil etmektedir. Tepkilerimiz tam olarak şiddet içermese de normal zamandaki gibi olmayacaktır.

Gençlerin ilkel heyecanlarını bastırması, yetişkinlere nazaran oldukça zor bir durumdur. Kişinin empati kuramaması, çevrede neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilememesi, olumsuz davranış sergilemelerini kaçınılmaz hale getirebilmekte ve en medeni insan bile panik anında ilkel heyecanlarının etkisi altında kalabilmektedir.

Çocuğun şiddeti öğrenmesi için model görmesi de çok önemlidir.

Araştırmalar  bireyin bizzat kendisinin şiddet davranışını denemeden ve ödüllendirilmeden, başkalarını model alarak davranışı kazanabildiğini belirtmişlerdir.

Öğretmenin, ilköğretim çocuklarına şiddetin ne kadar kötü olduğunu sözel olarak anlatıp, örnekler vermesinin  anlamı düşünüldüğü kadar etkili değildir. Çocuk eve geldiğinde model olarak özellikle prestij sahibi kabul ettiği kişilerin davranışları dikkate alacaktır. Prestij sahibi kişi problemi çözerken şiddet davranışını kullanıp problemin üstesinden geliyorsa, gözlem yoluyla bu davranış çocuk için model olacaktır.

Çocuk ve gençler için modeller canlı olduğu kadar sanal modeller de olabilmektedir. Film kahramanları, roman kahramanları, bilgisayar oyunlarındaki sanal karakterler… Şiddet davranışını önüne geçebilmek için, küçük yaşlardan itibaren mesajlar verilerek şiddetin ne kadar kötü bir şey olduğunun öğretilebilmesi sağlanabilir. Çizgi filmlerde şiddet uygulanan karakter üzerine tartışmalar yaratılarak çocuğa o anda o  konuyla ilgili olumlu mesajlar verilmesi önemlidir.

En sık şiddet davranışları erinlikle başlar ve ergenlik döneminde en üst boyuta çıkar.

Ülkemiz gençliğinde ortaya çıkan şiddeti yorumlarsak,  gençlerin önündeki engellere bakmamız yeterli olacaktır. Gencin iç ve dış güçler arasında kalması, kendini yeterince ifade edememesi, karşıt cinsle ve yetişkin toplumu tarafından yeterince kabul görmemesi, ekonomik yetersizliklerin olması, yaşadığı çevrenin olumsuzlukları, eğitimde eşitliği yakalayamaması, etnik farklılıkların varlığı gencin donakalım yaşamasına yol açan engellerden sayılabilir.

Her donakalım yaşayan bireyin şiddet davranışında bulunması beklenemez. Öfke, her ne kadar ilk ve ilkel heyecanlarımız arasında yer alsa da zaman içinde birey neyin kabul görüp neyin görmediğini geri bildirimlerle öğrenir.

Bu bilgiler doğrultusunda ebeveynler olarak çocuklarınıza  küçüklükten itibaren birtakım değerler verebilirseniz  bazı davranışlarını olumlu yönde biçimlendirebilirsiniz.

Open chat
1
Merhaba, nasıl yardımcı olabiliriz?